top of page
Yazarın fotoğrafıBuart Sanat Atölyesi

Tuvalet Vandalı

Yazar: Erol Emed


Sülün Asansör Sistemleri şirketinin genel müdürü Keisuke Nonohara toplantı odasında bulunanları gözleriyle yokladı ve söze girdi:


“Bilgi İşlem müdürümüz Oda Bey henüz teşrif etmedilerse de vakit geldiği için oturumu açıyorum. Bugün sizleri buraya İdari İşler Müdürlüğü’nün gönderdiği bilgi notunu paylaşmak ve görüşlerinizi almak için çağırdım. Önce okuyayım dinleyin”


Nonohara yakın gözlüklerini taktı, boğazını temizledikten sonra önündeki sayfada yazılanları teker teker okumaya başladı:


“Saygıdeğer Nonohara Genel Müdürüm,


Size şirkette son altı aydır süregelmekte olan Vandalizm konusunda yazmak istedim. Kıymetli vaktinizi aldığım için beni bağışlayınız. Konuyu detaylarıyla araştırmamıza ve önlemler almamıza karşın zanlı veya zanlıların kimliğini henüz belirleyemedik.


Efendim, geçen yılın aralık ayında önce altıncı sonra da beşinci kattaki erkekler tuvaleti pisuarlarının etrafında normalden fazla idrar artığı görülmeye başlanmıştı. Bu durumu ilk olarak şirketimizin elemanları tespit ettiler. Temizlik işçileri de iş üzerlerine kalmasın, çalışmıyorlar denmesin diye kendi amirlerine raporlamışlar. Önce tuvaleti özensizce kullanan veya aceleyle işini görmek isteyen çalışanların marifeti olduğunu düşündük. Neticede pisuarlardan etrafa idrar sıçraması veya küçük tuvaletini yapan kişinin biraz hedefi ıskalaması ender görülen şeyler değildir ve gayet doğaldır. Hatta, arada sırada bazı hırslı elemanlarımızın, gençliklerine verelim, horozlanıp burası benim diye sınır çizen hayvanatlar benzeri sağa sola kasıtlı işediklerini de biliyoruz. Fakat bunlar münferit olaylardır ve hiç birisinin arkasında kötü niyet bulunmaz. Ayrıca sürekli yapılmadıkları için eylem veya Vandalizm tanımına da girmezler. Temizlik görevlileri bu eylemleri ısrarlı ve planlı bir şekilde takip edip kasıtla yapıldıklarına kanaat getirince kendi amirlerini bilgilendirmişler, onlar da bize bir vukuat raporu hazırladılar. Böylece bu meselenin masum bir dikkatsizlik diye geçiştirilemeyeceği yönündeki şüphelerimiz arttı. Gene de önce tuvalet duvarına “Bu yazıyı gördüğünüz zaman bir adım daha pisuara yaklaşın” yazan bir uyarı astık. Amacımız idrarını yapan kişiyle hela arasındaki mesafeyi biraz daha kısaltıp belki de kaza eseri ortalığa işemesini engellemekti. Fakat beklediğimiz neticeyi alamadık. Aksine sidiklik etrafındaki idrar miktarı arttı neredeyse küçük birikintiler halini aldı öyle ki tuvaletlerde yürümek bile zorlaşmaya başladı.”


Genel müdür Nonohara bilgi notunun burasında es verdi ve önündeki yeşil çaydan bir yudum aldı. İdari işler müdürünü çağırıp konuyu sorması, sonra da meseleyi araştırması için direktif vermesi tuvaletlerdeki küçük göletlerin kendisi tarafından fark edilmesinden sonraydı. Okumaya devam etti:


“Üstelik bundan sonra kadınlar tuvaletinde de idrar birikintileri görülmeye başlandı. Pisuarlar fizyolojik nedenlerden dolayı sadece erkekler tuvaletinde kullanılan bir aparattır, kadınlar tuvaletinde yoktur. Kasıttan şüphelendik. Müdürlüğümüz sizin de onaylarınızla bir araştırma komisyonu kurulmasına karar verdi. Bu komisyon Yuhara şefimizin idaresinde son iki aydır konu üzerinde çalışıyordu. Kendisi hazırladığı raporu size ve diğer müdürlerimize sunmak için izinlerinizi talep etmektedir.


Saygılarımla

Sato Mamoru,

İdari İşler Müdürü


Nonohara okumayı bitirince yakın gözlüklerini çıkarıp gömleğinin göğüs hizasındaki cebine koydu. Bu cepler eski moda, daha doğrusu modasız, proletaryan gömleklerde bulunurdu. Sülün Asansör Sistemleri şirketinin genel müdürlüğünü beş yıldır sürdüren Nonohara bunu bilmezdi ama, göğüs hizasında cebi olmayan gömleklerin aristokrat yanı vardı. Mesela firmanın sahibi Kojima’nın giydiği gömleklerde cep bulunmazdı çünkü O patrondu, işçi değildi. Kojima uzun yıllar cepli gömlekler giymiş, sonra masalarda dirsek çürütme seviyesinden patron sınıfına geçiş yapınca giyim kuşamını da yeni konumuna uygun olacak şekilde değiştirmişti. Yapmaktan veya giymekten vaz geçtiği tek şey üst cepli gömlekler değildi. Patron olduktan sonra üç aydan üç aya özet sonuçlara bakar, önemli harcama kararlarına onay verirken sorular sorar onun dışında müessese kar ettiği sürece günlük işlere karışmazdı. Sadece satış faaliyetleri hakkında haftalık rapor isterdi. Kaç tane yeni müşteri kazanıldı; mevcut müşterilerin bakım onarım işlerinden ne kadar parça veya ekipman siparişi alındı; kaç tane eski müşteri ile irtibata geçildi; satış yaptıkları asansörlerden kaç tanesinin kullanım ömrü bitmek üzere gibi hasılatı artırıcı politika ve göstergeler üzerine detaylı bildirimleri takip ederdi. Satış ve pazarlama elemanlarının günlük planlanan ve planlanmamış müşteri arama sayısını -buna telefon ve epostalar dahildi- gün ve saat başına arama oranını; masa başında geçirilen saat, yolda geçirilen saat; arama ve görüşmelerde geçirilen saat, verilen teklif sayısı; yeni sipariş devşirme oranları ve tabii ki bunların arkasındaki harcama oranları ve göstergelerini detaylı tetkik ederdi. Söylentiye göre Kojima şirketin mali müşavirliğini yaptığı yıllarda firmanın daralan pazarını, satış ve karlılıktaki düşüşü, artan maliyetleri, kısaca kötü gidişatı fark etmişti ama yönetimi uyarmak yerine uygun zaman ve fırsatı kollayıp iflas kapıya dayandığında Sülün Asansör’ü bedava sayılacak bir miktara devir almıştı. Zararların hangi sebeplerden kaynaklandığını biliyordu. Karlılığı ve büyümeyi yeniden tesis etmesi için biraz kararlılık çokça da rasyonellik isteyen uygulamaları hayata geçirmesi yetmişti. Bu şekilde küçük de olsa bir servet yapınca aynı formülü müşteri portföyündeki diğer şirketlere de uyarlamış ve Japonya için kısa sayılacak bir süre içinde parasına para katmış, servetini büyütmüştü. Şirketlerinin başına emirlerini harfiyen yerine getirecek, sorun çıktığında kızılacak ve gerekirse yetkililerin önüne yem diye atılacak veya mevzuat koyuculara kurban edilecek genel müdürler getirmişti. Nonohara’nın görevi de bu bağlamda şirkette asayişi sağlamak, vukuat çıkmasını önlemek, Kojima’nın tesis ettiği ve tıkır tıkır çalışan bu makinanın yağını, yakıtını zamanında kontrol ederek kullanım kılavuzuna göre eksikleri tamamlamaktan ibaretti. Yıl sonunda alacağı ikramiye ile altmış yaşına yaklaşan gururu arasında bir denge kurarak emekliliğine erişmeye çalışıyordu ve tabii ki yakın gözlüğünü koyduğu gömlek cebinin sosyal statü jargonundaki anlamından zerre kadar haberi yoktu.


Genel müdür okumasını bitirince komisyon şefi Yuhara toplantı odasına çağırıldı. “Zehir Hafiye” Yuhara şirket içinde sevilen, karizmatik bir şahsiyet değildi. Değişik birimlerde görev almış, tayin edildiği her müdürlükte ya iş arkadaşları ile geçinemediği ya da amirleri ile ters düştüğü için nakil yemişti. Kendisi de biraz eksantrik, nizama ve şekillere önem veren İdari İşler Müdürü Sato ile ise arası iyiydi. Beraber her gün firma içinde yeni kurallar icat ediyorlar, eskimiş olduğunu düşündüklerini yeniliyorlardı. İkilinin son buluşu Sülün Asansör Rakam Yazım ve Kullanım Yönetmeliği idi. Beş sayfalık bu talimatname her çalışanın sayıları aynı şekilde kodlamalarını zorunlu kılıyordu. Böylece sipariş formları yazışmalar gibi belgelerde okuma ve yorum hatalarını önleyeceklerdi. Yeni yönetmeliği satış elemanları telefonda not alırken bazen bir ile yedi veya dört ile ikiyi karıştırmaları nedeniyle gerekli görmüşlerdi. Bir “ı” şeklinde yazılmalı ve sağa doğru on derece açı verilmeydi. Yedi ise, bir rakamının soluna bombeli bir çizgi ekleyerek ve göbeğini hafif sola doğru yay gibi bükerek yazılmalıydı. Gerçi satış temsilcileri bu yönetmeliği saçma bulmuşlardı. Yaptıkları her telefon görüşmesinin ardından e-posta göndererek konuşulanları ve varsa siparişleri teyit ediyorlardı. Ayrıca bütün bunlar ortak kullanılan bir müşteri yönetim yazılımı bünyesinde muhafaza ediliyordu ve bu nedenle hata olasılığı hemen hemen yoktu. Fakat bu görüşler Yuhara-Sato ikilisinin planlarını hayata geçirmelerini durdurmamıştı. Pisuarların üstüne “bir adım daha yaklaşın” uyarısını asmak da yeni yönetmeliklerden biriydi. Japonya’da bu ilan umumi tuvaletlerden ilk okullara kadar her yerde görülen sıradan bir uygulamaydı ama gene de ikili sanki yeni bir buluş yapmış gibi titizlikle üzerinde çalışmışlardı.


Yuhara toplantı odasındakileri saygıyla selamladıktan sonra raporunun sonuçlarını sunmaya başladı. Özet olarak tuvalet vandalı veya vandalları bir gurubun veya çetenin değil tek bir kişinin marifetiydi. Kimin yaptığını henüz tespit edememişti ama şüphelendikleri bulunuyordu. Elinde delil olmadığı için bu kişilerle yüzleşemiyordu. Kanıt toplamak için tuvalete kamera yerleştirmek en kesin çözümdü. Mevcut kurallar gereği mahrem alan sayılan yerlerde ise böyle önlemler alamıyordu. Şüphelileri iki kısma ayırmıştı. Birinci kümede yabacılar bulunuyordu. Kültürleri farklı olduğu için Japon toplumuna uyum sağlamakta zorluk çeken bu grup kendilerince şaka diye gördükleri vandalizm türü davranışlarda bulunabilirdiler. İkinci kümede temizlik işçileri vardı. Daha fazla mesai yazıp para koparmak için yapıyor olabilirdiler. Üçüncü olarak da yarı zamanlı veya kontratsız çalışanları yazmıştı. Gerçi Yuhara’nın bu son gurubu yazmasına gerek yoktu. Onlar çalışma şartlarını iyileştirmek için şirket yönetimine hep sevimli ve yararlı gözükmek isterlerdi. Temizlik işçilerinin de düzenli olarak böyle bir vandallıkla uğraşma gerçekleştirme potansiyelini düşük buluyordu. Bu nedenle birinci olasılığa, yani yabancı kökenli çalışanlara odaklanmaları gerektiğini düşünüyordu. Sülün Asansör şirketinin genel müdürlük binasında yabancı kökenli üç çalışan vardı. Hong Kong’dan Lawrence ve Henry, ve Koreli Çiako.


Genel müdür Nonohara “Çiako Japon ama, üstelik kadın “diye düzeltti ama Yuhara kendinden emin cevap verdi:


“Hayır efendim kendisi Kore kökenlidir”. Sonra da “Biz herkesin soyunu sopunu biliriz” diye otoriter tavırla ekleyerek devam etti;


“Kadın olması bu vandalizmi yapamayacağı anlamına gelmiyor.”


Üretim ve Planlama Müdürü Kanaya, “Saçmalıyorsun” diye araya girdi.


“Lawrence, ve Henry bizim müdürlüğün orta direği. Henry tek başına geçen sene yaptığımız on iki üretim süreç iyileştirme patent başvurusundan dokuzunun sahibi. Onlar ekipten çıkar, satacak ürünümüz olmaz.”

Yuhara pes etmiyordu. “Çin’deki tuvalet kültüründen haberiniz var mı Kanaya? Sokaklara, derelere, bahçelere işiyorlar. Ortalığı bok götürüyor. Düzenli yıkandıklarını, vücutlarını temizlediklerini hiç sanmıyorum. Fabrikamızın yanındaki araba sileceği üreten Matsuda şirketinin tesislerinde Çinli işçiler var yurtta kalıyorlar. Yatakhanelere ayak kokusundan girilmiyormuş, hijyen desen hiç yokmuş”.


Kanaya cevap verecekti ki Genel Müdür elini kaldırarak araya girdi. Yuhara’ya kanıt bulunup bulunmadığını sordu. Eğer kesin kanıt yoksa vardığı sonuç sadece bir spekülasyondan öteye gidemezdi ve bu nedenle de dikkate alınmayacaktı.


“Kültürümüze uymuyorlar, Japon değiller, pisler ve gürültü çıkarıyorlar” diye yeni bir hamle yapmaya çalıştı Yuhara.


Nonohara, “O ayrı konu, yeri geldiğinde gerekirse onu da konuşuruz. Şimdi sen tetkiklerinin enini boyunu yeniden gözden geçir ve daha geniş bir çalışma yap” dedi ve toplantıyı alelacele sonlandırdı. Tartışmanın gidişatından hoşlanmamıştı.


Genel müdür toplantı odasından çıkarken Yuhara “Efendim Çinliler ve Türkler Japonya’da en fazla suç işleyen iki etnik grup. Çinlilerin bu tip vandalizm yaptıklarını da biliyoruz. Siz ne kadar Lawrance ve Henry’i korusanız da bu onların işi eminim ve ben bunu ispatlayacağım” diye konuşmuştu ama kendisini ne Nonohara duydu ne de diğerleri.


Telefon beşinci çalıştan sonra açıldı. Hattın ucundaki bıkkın ses “Alo, Tokyo Gayrimenkulleri, Bakım Onarım Birimi ben Abe, buyrun” dedi.


Sülün Asansör satış bölümü birinci kısım şeflerinden Adaçi, şablon selamlama ve hâl hatır cümlelerini ardı ardına sıralarken, karşı tarafı böylesine yoğun bir zamanda hem de defalarca aramaktan ne kadar mahcup olduğunu ifade eden cümleyi bir çırpıda ve sesine acındırma ve af dileme tonu ekleyerek söylemeyi de unutmadı.

Karşı tarafın isteksizce rica ederim demesini bekledikten sonra devam etti;


“Abe bey, portföyünüzdeki yedi binada bulunan Fuji Serisi asansörlerimizin dokuz bin saat ya da On yıl çalışma süreleri dolmuş gözüküyor. Motorların değişmesi gerekiyor. Bu konuyla ilgili aramıştım ama?”


Adaçi cümleyi bilerek soru hali ile bitirmişti ki bir sonraki cümlede talebini iletebilsin. Karşı taraf sözünü kesip araya girdi. Evet bu konuda daha önce de Adaçi telefon etmiş ve kendilerini bilgilendirmişti. Haberleri vardı ve asansör motorlarını şimdilik değiştirmeyi düşünmüyorlardı.


“Biz kontrol ettirdik. Sorunsuz bir, üç, hatta beş yıl daha gider görüşündeyiz. Şu anda böyle bir bütçemiz de yok zaten. Portföyümüzdeki konut ve binalarda doluluk oranı yüzde otuzlarda, hedefin çok altında, gelirlerimizde ciddi düşüş var, masraf ve yatırımlardan kısıyoruz.”


Adaçi hemen araya teknik mevzuatla ilgili jargon sokmaya çalıştı, Sülün firması olarak tavsiye edilen süreyi geçirdiklerinden dem vurdu, garanti veremezlerdi, asansör güvenli bile sayılmazdı. Ayrıca yeni motorlar daha sessiz, daha ekonomik ve daha uzun ömürlüydüler.


“Adaçi bey biz incelememizi yaptık, önlemlerimizi aldık ve kararımızı verdik, motorları değiştirmeyeceğiz. Hatırlattığınız için sağ olun. Gerek olursa biz sizi ararız. Zahmet etmeyin, iyi günler. Telefonu kapatıyorum”, dedi ve Adaçi’nin cevabını beklemeden hattı kesti.


Adaçi telefonu bir süre daha kulağında tuttuktan ve evet efendim size de iyi günler saygılar sunarım gibi sanki hattın öteki ucunda birisi varmış da telefonu kapatma ritüeli yapılıyormuş hissini verdikten sonra ahizeyi sessizce yerine koydu. Önemli bir iş yapıyormuş gibi önündeki kâğıtta Tokyo Gayrimenkul yazılı yeri buldu ve üstünü çizdi. Bunu şimdilik sadece kendisi bilecekti. Amiri tarafından satış yapmaya ikna etmesi için elli şirketlik bir liste verilmişti ve şu ana kadar aradığı yirmi altı firmadan sadece bir tanesi yeni motor teklifini kabul etmişti. O da yüzde yirmi fiyat kırmak kaydıyla. Satış Müdürlüğü Adaçi’nin son üç yılda tayin edildiği dördüncü birimdi. Buranın berisi kapı önüydü. On yaşındaki oğlu otistikti ve her gün sinir krizleri geçiriyordu. Karısı bu nedenle depresyona girmişti. Artık çok yaşlanan anne babası ise yatalaktılar ama onlara bakacak veya yanına aldıracak yeri ve parası yoktu. Bu yüzden Tokyo ile Himeji arasında her ay mekik dokuyor, en ucuzundan gece yarısı otobüsüne binse bile bütçesini kanatan masraflar yapıyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi şirketten arkadaşları ile sosyalleşmek için gittikleri Karaoke partisinde gene aşırı alkol alıp sarhoş olmuş, kadınlı erkekli gurubun önünde anadan üryan soyunup abuk sabuk danslar etmiş kendini yerlere atmıştı. Mekânda bulunan kadınlardan üç tanesi bu davranışından dolayı Adaçi’yi insan kaynakları müdürlüğüne şikâyet etmişler, O da bu nedenle soruşturma geçirip ihtar ve maaş indirimi cezası almıştı. Daha önceden de bir sabıkası vardı. Dört yıl kadar önce fabrikada muhasebede görev yaparken mesai yapmak için geldiği bir cumartesi günü kendini tutamayıp kadınların soyunma odasına girmiş, saplantı derecesinde fantezilerine çerez yaptığı bir elemanın dolabında asılı üniformasını kendinden geçene kadar koklayıp durmuştu. Daha sonra bu eyleminin müptelası olmuş, düzenli olarak Cumartesileri fazla mesai yazmaya başlaması dikkat çekince de durum ortaya çıkmıştı. Disiplin kuruluna sevk edilmiş, ceza olarak şirketteki ünvanı düşürülmüştü. Ardından dedikodusu çıktığı için de fabrikadan uzaklaştırılıp doğu görevine, Japonya’nın kuzeydeki adası Hokkaido’nun ücra bir kasabasındaki ARGE merkezine gönderilip kızağa çekilmişti. Burada birkaç ay geçirmiş, küçük beldedeki muhtelif otomatik meşrubat makinalarının para üstü alınan bölümlerine koyulan hayvan dışkılarını Adaçi’nin yerleştirdiği ortaya çıkınca da atar topar genel müdürlüğe geri çağrılmıştı.


Şimdi çalıştığı satış müdürlüğüne kendi gelmeden kötü şöhretinin ulaştığını biliyordu. Burada kayda değer bir çalışma performansı gösteremez ise işten atılacağının da farkındaydı. Sürekli gözlendiğini, her hareketinin izlendiğini, hakkında dedikodu yapıldığını düşünüyordu. Karaoke partisine çağırmaları da Adaçi’ye göre ona kurulmuş bir komploydu. Sarhoş edip kendinden geçmesi için ortam oluşturmuşlar, hatta kadınlardan bazıları kasten cilve yapmış, sonra da şikâyet etmişlerdi. Her şey onun bir an önce atılması içindi. Adaçi ne çalıştığı firmayı ne de mesai arkadaşlarını sevmediğini düşündü. Kendisi de sevilmiyordu.


Çekmecesini açıp çıt-çıt diye adlandırdığı tırnak makasını aldı. Sandalyesinden kalkmadan masasının yanındaki çöp tenekesinin üzerine eğilerek uzamış el tırnaklarını kesmeye başladı. Biraz ötesinde oturan kadınlardan birisi çıkan sesleri duyunca Adaçi’ye tiksinti dolu bir bakış attıktan sonra yüzünü ekşiterek ve kendi kendine ama Adaçi’nin ve diğer birkaç çalışanın duyabileceği sesle “neden tuvalette yapmaz ki bu pis şeyi, midem bulandı” diye serzenişte bulundu. Adaçi duymazdan geldi. Arkasından yapılan bir sürü diğer fısıltıyı da duymazdan geliyordu. İşini bitirince tırnak masasını çekmecesine koydu, yerinden kalktı ve çantasını aldı. Kapının yanındaki duvara üzerinde her satış elemanının isminin yazılı olduğu bir beyaz pano asılmıştı. Kendi isminin karşısındaki satıra “Sasamoto Bina Sistemleri” yazarak nereye gittiğini beyan etti ve kapıdan çıktı. Bugün Tokyo’da hava otuz dokuz derece nem oranı da yüzde doksanın üzerindeydi. Koridordaki televizyonda sıcaktan fenalaşan ve ölen insanların haberleri veriliyordu. Ekranın sağ alt köşesinde Şinjuku parkında bulunan dev tropikal yılanın görüntüleri ayrı bir pencere açılarak gösterime alınmıştı. “Parkta Bulunan Yılanın Sırrı. Azzz sonra” diye geçen yazı bandı da seyirciyi izlemeye devam etmeye davet ediyordu. O yılanı parka kendisinin koymuş olmasını istediğini düşündü. Hatta bu sıcaklarda türemiş olan yeni eşek arılarını da keşke kendisi cırcır böceklerinin yuvalarına yerleştirmiş olsaydı. Topluma zarar vermek sonra da bunları ben yaptım demek istediğini düşündü. Gene bunaltıcı sıcak altında saatlerce yürüyecek, trenlere binecek, kendisini küçümseyen insanlarla konuşacak, akşam ofise döndüğünde elindeki listeden birkaç firmayı daha üzerini çizerek çıkaracak ve böylece şirketten tazminatsız atılmaya bir adım daha yaklaşacaktı.


Koridorda kimse yoktu. Tuvalete girdi, ışıkları açtı ve pisuarın önünde ayaklarını iki yana geniş bir şekilde açarak durdu. Duvardaki “Bir adım daha yaklaşın” ilanını gördü, “Salaklar” diye güldü ve geri adım attıktan sonra gelişi güzel çişini yapmaya başladı. Mesanesinin boşaldığını hissettikçe rahatladı, hafifledi, kendini iyiden iyiye geri vererek ve gözlerini kapatarak yukarıya duvarlara doğru da işedi. Onu sevmeyen herkesin yüzüne, masasına, yemeğine idrarını yapıyordu. En çok da satış müdürünün kucağına işiyordu. Ne kadar da şaşırıyorlardı. Yüzünde yayvan gülümsemeyle kendini biraz daha arkaya doğru verirken dengesini kaybedip devrildi. Kafasını yerdeki çıkıntıya çarpmadan önce gördüğü son şey tavana asılmış havalandırmanın kırık ızgarasının arkasındaki kara delikti.

Son Yazılar

Hepsini Gör

ADADA

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page