Kapalı, yağışlı kış havalarının bir edebiyat eserini özümsemek için yeterince fırsat sunduğunu düşünürüm. Soğukların iyiden iyiye hissedildiği bu mevsimde yeni bir edebiyat yolculuğuna çıkmaya hazırlanırken çıktı karşıma Marguerite Duras! Fransız yazınının saygın isminin başka kitaplarını okumuştum ancak şimdiki tercihim “Yaz Yağmuru”.
Duras, edebiyat dünyasında yalnızca kalemiyle değil, insan ruhunun derinliklerini görebilmekteki ustalığıyla da iz bırakanlardan… Eserde; yoksulluk, reddediş, aşk ve kayıplarla örülü hikayeyi heyecanla takip ederken aynı zamanda karakterlerin duygusal dünyalarındaki dönüşüme de tanıklık ediyoruz.
Yazarın üslubuna alışık olmama rağmen, eseri elime aldığımda söylenleri anlamakla anlamamak arasında kaldım. Ancak aynı zamanda, kitabın albenisinden de kendimi alamadım. Bu arada, benden farklı düşünenler var mıydı? Kitap hakkında neler söylemişlerdi?
Edebiyat alanındaki yapıtlarının yanı sıra, başarılı senaryo ve tiyatro çalışmalarınının ardından 1980 yazında yeniden edebiyata dönmüş yazar. Ekim 1988 - Haziran 1989 tarihleri arasında hastanede koma halinde geçirdiği yıllardan sonra, ölümünden altı yıl önce (1990’da) de romanın bir bölümünü hasta yatağında yatarken kaleme almış. Yer yer “Çocuklar” (Les Enfants) adlı filminden (1984) konuşmaları da olduğu gibi taşımış romana. Bu anlatıma bir süre sonra alışıyor okur. Romanın sonuna eklediği yazıda, filmde anlattığı kişilerin aklından çıkmadığını, onlarla ilgili bir şeyler yazma isteğinin de bu kitaba yol açtığını belirtiyor.
Anlatılanların karmaşıklığı bir yana yapıtta çok az kelime, çok sade bir dil kullanmış usta kalem. Kitabın dilinin böylesine yalın oluşunun bir nedeni varmış meğerse: çocuk diliyle yazmak istemiş yazar. Çocuk konuşmalarındaki boşlukların doluluğuna, sözcüklerin ilk anlamlarının ötesine dikkat çekmek istemiş.
Roman Duras’ın metaforik dünyasında parlayan bir inci gibi. Paris’in bir banliyösünde yardımla geçinen işsiz bir baba, ev hanımı bir anne ile okula gitmeyen yedi çocuktan oluşan bir aileden söz ediliyor. Yaşından daha büyük görünen Ernesto ile onunla aşırı ilgili Jeanne eserin odaklandığı esas karakterler.
Zeki olduğunu kesin biçimde anladığımız Ernesto okuldan aldığı derslere karşı çıkıyor. Onun bu isyanı, yalnızca bir çocuğun basit bir itirazı gibi durmuyor. Daha çok toplumsal kurallarına, modern dünyanın dayattığı bilgiye karşı bir başkaldırıyı temsil ediyor. Yaz yağmuru gibi Ernesto’nun ayaklanması da geçici olabilir, ama etkisinin kalıcı olduğu anlaşılıyor. Yaşadıkları Paris’in kenar mahallesi ise hareketle durgunluk arasında bir geçişe işaret ederken, buranın tekdüzeliğiyle yaz yağmurunun getirdiği geçici karmaşa arasındaki kontrast, insan yaşamındaki monotonluk ve beklenmedik değişimlerin çatışmasına vurgu yapıyor. Bu yönüyle roman, okuyucuların hayatlarındaki dönüm noktasını bulması için de fırsat sunuyor.
Toplumsal normların, eğitimin, genel ahlâkın, aşkın, gitmenin-kalmanın, bilginin- bilmenin- bilgeliğin vb sorgulandığı şaşırtıcı bir roman!
Yaz Yağmuru, Fransa’da iki kişilik bir tiyatro olarak da sahnelenmiş. Ülkemizde oynanıp oynanmadığını bilmiyorum. Ben Duras’ın yağmur damlaları gibi hafif ama etkili kelimelerinin izini sürmeye filmlerini seyrederek devam edeceğim. Usta kalemin büyülü anlatısını, özgün yaratıcılığını bir de sinema diliyle görmek var. Sözcüklerin ötesindeki duyguyu, görüntülerdeki derinliklerde sonsuz bir keşif alanında bulmayı umuyorum.
*Eser hakkında yazılmış Mina TANSEL’e ait “Kara Kışta yaz Yağmuru” yazısına da bakılabilir. Bu yazının bazı bölümleri ilgili yazıdan alıntılar içermektedir.
*Konuyla ilgili teatrecontemporaine.net’de Temmuz 2011’de oyunun yönetmeni Emmanuel Daumas ile yapılmış bir söyleşi yer alıyor. Konu ile ilgili bilgilendirici bir okuma olarak bu yazıya da kaynak oluşturmuştur.
Teşekkürler