top of page
Yazarın fotoğrafıCan Dörter

SAHNE TOZU YUTAMAMAK

Annem siyah beyaz fotoğrafın altına not düşmüş ‘12-18 Aralık 1966 Artırma ve Yerli Malı Haftası’. Demek ki birinci sınıfa başlayalı daha 3 ay olmuş. Öğretmen hepimize bir meyve veya kuruyemiş seçmiş. Ben üzümüm. Sahnede herkes kendi meyvesi elinde bir dörtlük söyleyecek. Daha okuma yazmayı tam sökememişiz, ben kendi dörtlüğümü evdekiler sayesinde ezberlemeye çalışıyorum. Bu arada ezberim de hâlâ rezalettir, kendi yazdıklarımı bile ezberleyemem. O gün sahnede velilerin önünde elimizdeki meyvelerle sıralandık. Ben dördüncü sıradayım. Sıra bana geldiğinde daha tek heceyi bile söyleyemeden benden sonra sırası olan Alptekin öne çıkıp kendi meyvesini tanıttı. O bitirince ben bir hamle yapayım dedim olmadı, sırası gelen okuyor. Herkes bitirdi ve ben ağzımı açamadan elimdeki üzümle sahneden alkışlar eşliğinde sahneden ayrıldım.

SAHNE TOZU YUTAMAMAK

Öğretmenimiz Yüksel Hanım bende ki bu hâyâl kırıklığına çok üzülmüş olacak ki okuma bayramındaki piyes için baş rolü bana verdi. Okuma bilmeyen ayı rolü. Olsun ayı mayı, hiç olmazsa başrol. Arkadaşım tavşanın evine gidiyorum kapıda bir yazı “10 Dakika Sonra Geleceğim Bekleyiniz!”. Ben tabii okuma bilmediğim için bu nazik tavşan arkadaşımın mesajını anlayamayıp uzun süre kapıyı ayı gibi yumrukluyorum. Sonra da yorulup üzerinde “Yeni Boyandı Oturmayın!” yazan banka oturuveriyorum. Benim bu rolü oynayacak olmam ailede de heyecan yarattı. Anneannemin kardeşi, hepimizin Titi dediği Suzan Hanım elinden çok iyi dikiş gelen yaratıcı bir kadındı. Çarşılara çıkıldı. Kahverengi düz kadife kumaşlar alındı. Bir hummalı hazırlık. Sanki devlet tiyatrosunda bir sezon boyunca oynayacağım. Altı üstü yirmi dakikalık bir piyes. Okuma bayramında piyesi bir aksilik yaşamadan oynadık. Ancak tek sorun içinde havasızlıktan terleyip durduğum ayı kostümüm o kadar mükemmeldi ki, içine başkası da girip oynayabilirdi. Sadece ufacık deliklerden göz bebeklerim görünüyordu.

SAHNE TOZU YUTAMAMAK

Çocukluğum ve gençliğim Türk Tiyatrosunun altın çağında geçti diyebilirim. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatrolarının dışında birbirinden güçlü o kadar çok özel tiyatro vardı ki. Dormen Tiyatrosu, Kenterler, Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Nisa Serezli Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Tiyatrosu, Ortaoyuncular ve niceleri. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Ankara’dan turneye gelen tiyatrolar. Ankara Devlet Tiyatrosu oyunlarını mutlaka İstanbul’da da oynardı. Cüneyt Gökçer ve Ayten Gökçer’in rol aldığı Kim Korkar Hain Kurttan? ve Tarla Kuşuydu Jüliyet gibi birçok oyunu Atatürk Kültür Merkezi’nde izlemiştim.


SAHNE TOZU YUTAMAMAK

İstanbul Şehir Tiyatroları Tepebaşı’nda Deneme Sahnesini açmıştı. Sahne bir çember biçimindeydi ve seyirciler her yöne dönebilen koltuklarına oturduktan sonra oyuncuların hareketine göre dönüp oyunu izleyebiliyordu.  Beklan Algan’ın sahneye koyduğu Bertolt Brecht’in Cesaret Ana ve Çocukları’nı orada Ani İpekkaya’dan izlemiştim. Geleneksel tiyatronun dışında da bir tiyatronun olabileceğini de görmüş ve adeta büyülenmiştim. Ardından Haldun Taner’in oyunlarını Devekuşu Kabare’de izlemek. Yine alıştığımız seyir düzeninin dışında Sıraselviler’deki küçük bir salonda ufak sehpalar ve tabureler üzerinde.


Tiyatro sinemanın yanında ne kadar şanssız. Lumiére kardeşlerin 1895 yılında Paris’te oynayan ilk sinema filmindeki trenin gelişini bugün izleyebiliyoruz da, gençliğimizde gördüğümüz tiyatro oyunları belleğimizde silik soluk görüntüler olarak yaşıyor. Benim de bazı oyuncuların oynadıkları sahneler hâlâ aklımda. Çehov’un Vişne Bahçesi’ndeki İsmet Ay, Martı’sındaki Zuhal Olcay, Küheylan’daki Mehmet Ali Erbil, Romeo ve Jüliyet’teki dadı rolüyle Suna Pekuysal, Hisse-i Şayia’daki Bedia Muvahhit Vasfi Rıza Zobu, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ndaki Münir Özkul, Arzu Tramvayı’ndaki Yıldız Kenter, Müşfik Kenter ve yıllar sonra Türkiye’ye dönen Çiğdem Selışık gibi.


Bu kadar çok tiyatro topluluğu olunca oyunlar da çeşitlilik gösteriyordu. Shakespeare klasiklerinden tutun bulvar komedilerine, Broadway oyunlarına ve yerli oyunlara kadar geniş bir yelpaze. Özel tiyatrolarda oyun izleme seçimlerimizde öncelikli olarak oyuncular geliyordu. Gazanfer Özcan’ın hangi oyunu oynadığı bizim için çok önemli değildi, biz onu izlemeye gidiyorduk. Devlet ve Şehir tiyatrolarında ise kimin oynadığı genellikle bizim için sürpriz olurdu. Sevdiğiniz bir sanatçı eğer o oyunda oynuyorsa ailenizden birini görmüş gibi sevinirdiniz. Özel tiyatrolar hep salon sıkıntısı içindeydi. Şişli’deki Ümit Tiyatrosu açıldığında birçok tiyatro topluluğu dönüşümlü olarak farklı günlerde oyunlarını oynayabildiler. Kenterler gibi tiyatrolar da kendi salonlarına sahip olabilmek için yıllarca maddi sıkıntılar çektiler.


Tiyatro o yıllarda yaz aylarında da açık havada izlenebilirdi. Kışın göremediğimiz oyunları Harbiye Açık Hava Sahnesinde ya da Rumeli Hisarında yakalayabilirdik. Eğer oyunun atmosferi uygunsa Rumeli Hisarı’nda oyun seyretmek insana müthiş bir keyif verirdi. 1977 yılında İstanbul Festivali kapsamında İngiltere’den gelen The Prospect Theatre Company’ den Hamlet’i izlemiştim. Baş rolü sör ünvanlı Derek Jacobi oynuyordu. Oyuncularıyla ve atmosferi ile izlediğim en mükemmel Hamlet’ti.


Bu kadar çok oyun seyredince içimdeki tiyatro alevi iyice arttı. On iki yaşımdayken tutturdum ben tiyatrocu olacağım diye. O zamanlar tiyatro atölyeleri, kurslar yok. Belirli yaşlarda gidebildiğin konservatuar var tek seçenek. 1972 yazında İstanbul Belediyesi’nin Florya’daki tesislerinde iki aylık yer kiralamıştık. Yan komşumuz ise Şehir Tiyatroları’nın ünlü bir ailesi Gürzap’lar. Babam Reşit Gürzap ile kısa zamanda dost olup tavla oynamaya başladı. Tüm aile Tiyatrocu, Can Gürzap, Alev Gürzap, Arsen Gürzap. Benim bu tiyatrocu olma hayalimden babam Reşit beye bahsetmiş. O da eylül ayında çocuk oyunlarının provaları başlıyor Can’ı da getirin demiş. Tabii ben eylül ayını zor ettim.


Annem bir gün okuluma gelip izin aldı ve biz öğlen saatlerinde Fatih Şehir Tiyatrosu’na gitmek için yollara düştük. Ulaşımın zor olduğu yıllar. Arabamızı sadece babam kullandığı için annemle ben arabasız bir şekilde birkaç tane dolmuşla aktarma yaparak hedefimize vardık. Çok iyi karşılandık. Velileri salona almadıklarını söylediler. Ben tek başıma defalarca oyun seyrettiğim karanlık salona ürkek adımlarla girdim. Sahne spotlarla aydınlatılmış, ben yaştaki çocuklar sahnede provada. Yönetmen beni gülümseyerek karşıladı ve elime pat diye bir tekst tutuşturdu. “Sen Keloğlan’ın en yakın arkadaşını oynayacaksın!”. Daha ağzımı bile açamadan baş rollerden biri benim oldu. Artık nasıl bir star ışığım (ya da torpilim) varsa. Prova saatler sürdü. Diğer çocuklar huysuzlanmaya başladılar. Ama benden mutlusu yok. Çünkü ben daha önce seyrettiğim oyunların dekorlarını dolaşıyorum sahne arkasında büyük bir merakla. Önden muazzam gözüken taş yapıların arkadan nasıl basit malzemelerle yapıldığını görüp şaşırıyorum.


Benim Şehir Tiyatroları’ndaki maceram sadece o günle kaldı. Çocuk tiyatrosu gezici tiyatroymuş. Bir hafta Fatih’te oynuyorsa diğer haftalarda Üsküdar, Zeytinburnu, Tepebaşı’nda oynuyor. Tek başıma gidecek yaşta olmadığım için annemin beni Levent’ten oralara götürüp getirmesi çok zor. Daha Boğaz Köprüsü bile açılmamış. Sonuç? Tiyatro hayalim sona erdi.


Gençlik yıllarımda çok fazla oyuna tek başıma bilet alıp giderdim. Aynen sinemaya gittiğim gibi. Herkes şaşırırdı. “Aaa tek başına mı gittin?”. Tamam sinema ve tiyatro kollektif bir seyir deneyimidir ama illa tanıdıklarınızla toplu bir şekilde el ele tutuşup gitmeniz gerekmez. Pandemi süresince beni en çok zorlayan sinemaya tiyatroya gidememek oldu. İstanbul Tiyatro Festivali ilk kez online olarak yapıldı. Hepsine bilet alıp izledim oburca. Seneler önce festivalde izleyip hayran kaldığım Nederland Dans Tiyatrosu’nun biletleri de festival kapsamında yurt dışında satışa çıkarılmıştı. Ona da epey bir euro ödeyerek biletimi aldım. Gösteri tüm dünyada aynı saatte canlı olarak izlenecekti. O kadar iyi bir teknoloji ile sahnelendi ki, gösteri bitip dansçılar boş salona alkış için selam verirken ben de dayanamayıp evde tek başıma alkışlamaya başladım. Sonra da kendimden ürktüm acaba pandemide evde kapalı kalmaktan keçileri mi kaçırdım? diye. Sonra internette baktım tüm dünyada insanlar evlerinde alkışlayıp videolarını paylaşmışlar.


Görüldüğü gibi tiyatrocu olamadım, ama tiyatronun değerini bilen iyi bir seyirci oldum.

77 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 komentarz

Oceniono na 0 z 5 gwiazdek.
Nie ma jeszcze ocen

Oceń
Famulus
20 paź

Çok akıcı çok içten bravo

Polub
bottom of page