top of page
Yazarın fotoğrafıBuart Sanat Atölyesi

DÜNYA EDEBİYATI ONU GÖNLÜNE SAKLARKEN İSTANBUL SEVDALISINI BİZ HOCAMIZI UĞURLADIK

Yazar: Bensu Çözen


Canım Mario Hocam;


Bu aralar içimizde bir yerlerde, hatta dışarıda örneğin İstanbul'un kıyılarında köşelerinde ansızın siz çıkıveriyorsunuz karşımıza. Yani sadece romanlarınızı, köşe yazılarınızı, röportajlarınızı okurken ve ders kayıtlarınızı, programlarınızı dinlerken değil; hayatın beklenmedik yerlerinde ansızın beliriyor ve bize başka türlü bakmaya, hayatı edebi bir dile dönüştürmeye, hikayeleştirmeye başlıyorsunuz... Bu defa sizi daha yoğun hissediyoruz, adeta, yanı başımızdaymışsınız ve bize fısıldıyormuşsunuz da her anımız sizinle dopdolu geçiyor gibi... Daha iki gün önce Osmanbey'den Nişantaşı'na yürürken binalarda, insanların sohbetlerinde, esnafın hali ve tavrında sizin romanlarınızdan bir kesit ve derslerimizde bize aktardığınız bilgileriniz vardı sanki. Peki ya dün Asmalımescid'den Taksim meydanına yürürken ki duruma ne demeli? Zaten sizden tarihini, eğlence hayatını dinlemiş, imza gününüz için neredeyse yeni buluşup kavuşmamış mıydık Pera'nın anıları saklayan mekanlarında? 


Siz dünyanızı değiştirdiniz ama ben, yeniden kucaklaşıp buluşuncaya kadar, geçici bir süreliğine sizi, uzaklara giden bir yolcu gibi uğurladık diye varsayıyorum. Aslında, İstanbul, bir sevdalısını yitirdi, yalnızca İstanbul değil, tanıyan herkes için bu kayıp tariflere sığmayacak türde... Son derece duyarlı, ince, çalışkan, fevkalade bilgili, çok kültürlü, yüreğinde dünyaya gelmiş ve dünyadan geçmiş tüm insanları kucaklamaya yer olan kısacası mevcut sıfatlarla ifade edilemeyecek özelliklere sahip biricik Mario Levi'yi artık göremeyecek olmanın üzüntüsü kalplerde dolup taşmakta... Ama, yazarlar ölmez! İnsanın ömrü belliyken sanat sonsuzdur... Dilerim başta sevdiği şehir, onun adını daima bir köşesinde saklar...


Çok sevilen birinin ardından yazmak ya da konuşmak... Ama yazmasam duramam, durulamam. Ayrıca, bu sizin bize bıraktığınız mirasa (edebiyat için bunu çok söylerdiniz bizlere), uzattığınız ele de yüz çevirmek olur ki, içim sizle dopdoluyken bunu hiç yapamam...


Aslını isterseniz; gerçekle yüzleşmek zamanımı aldı, hem de epey bir zamanımı aldı diyebilirim. Güzel haberlerinizi beklerken; heyecanla, sizin müthiş desteğiniz ve sabrınızla, adete benden nasıl çıktı bunca sayfa diye düşünerek, romanımın son cümlelerini yazarken birden bire inanamadığım ve inanmakta zorlandığım ve gözyaşlarıma teslim olup cümlelere dökemediğim  haberinizi aldığımda, bu acı ve hüznün kol kola verdiği duygu durumunu tam olarak  adlandıramadım. Belki, inanmakla inanamamak arasında, boşluğu tarif edilemez bir sarsıntı geçirdim! Sonra, sizinle vedalaşmak için Acıbadem'e gitmek için hazırlık yapacak kuvveti kendimde buldum. Yazı atölyenizden, sayenizde tanışıp, arkadaş olduğum çok sevgili Damlacığımın varlığıyla güç bularak ve sizin için biraraya gelen, yüreği buruk, hüzünlü bir insan topluluğunun arasında aynı duygu yoğunluğunu paylaşmak hiç hesapta yoktu! Hayat bizim hesaplarımızı hep bozuyor nasılsa değil mi biricik Hocam? Tabii ardından göz yaşlarımızın adeta sel olması da cabası...


Diğer taraftan; şunu düşünmeden de edemedim; bunca kalabalık, farklı kesimden insan birlikteydi, bu da yine sizin birleştiriciliğiniz, renkleri kucaklayan sıcacık yüreğinizin gücüydü besbelli. Bir atölye dersimizde;


“Tüm bunların ne önemi var diye düşünüyorum bazen, ölüm kapımı çaldığında ve sonrasında neler olabileceklerini en yakın çevremden başlayarak tahmin edebiliyorum.”

diye söze başlamıştınız. Havanın hafif puslu ve soğukların kendisini yavaştan hissettirdiği bir sonbahar pazarında size hep bir ağızdan itiraz ettiğimizde ise,

“Korkmayın canım! Yukarıyla anlaşmam var benim, en azından yirmi yıl daha buralardayım.”

cümlenizle havayı yumuşatıp, yüreklerimize su serpmiştiniz. Biz edebiyatın büyülü dünyasında sizin önderliğinizde yolculuk ederken zaten zaman merfumunu unuttuğumuzdan, bu konuşmayı, hesaplamaları da kafamızdan çabucak silip yeniden yazılarımıza, iple çektiğimiz pazar sabahlarına ve benim özelimde ise edebiyat klüplerine seminerlere, müziğe, yemeğe ve hayata dair pek çok şeye dalıp gitmiştik bile...


Bu daldığımız yerlerden çıkmak hiç de kolay olmadı. Hatta sizi uğurlarken hepsi zihnimizden birer birer aktı. Bazen anılar donakaldı, bazen sözcükler, sohbetler bizi gerçeklikten kopardı, bazen de acı gerçek içimizdekileri, canım Hocamıza dair herşeyi sağılttı, akıttı...


O isli puslu havada şunu sürekli kendime hatırlattım;

“İnsan mı? İnsan ölümlüydü. Oysa Mario Hoca benim gönlümde ölümü yenenlerdendi.

Bunu rahatlıkla dile getirmemin bir nedeni de şu; yine bir defasında kurduğunuz bir cümleyi not almanın yanında aklıma da kazımaya çalışmıştım:

Anımsamak anlamanın hazinesidir. Anımsamak, kimileyin ağlamanın da hazinesidir!


Sanki bu sözünüzü şimdi canlı canlı yaşıyorum ve bir süredir daha iyi anlıyorum ne demek istediğinizi. Bunları anlıyorum anlamasına ve hislerim yoğunlaştığı için bunları duygu dünyamda yaşıyorum da Hocam, itiraf etmek gerekirse yazının da başına uzun süre oturamadım. Hatta duygularımı dile getirmeye sözcükler yoktu! Hala inanmakta güçlük çekiyorum, acaba bu yazıları bir yerden görüyor mudur Mario Hocam? Görüyorsa ne derdi, nereyi düzeltir, nereye ilavelar yapardı diye düşünüyorum. Sorularım vardı Hocam, öğreneceklerim vardı daha... Rehberliğiniz yokken bunlar çok zor ... Bir yandan da tabii bizleri görüyordur gittiği diyarlardan, diyorum kendime. İzliyor olmalı ki dünyasını değiştirmeyi tercih etti. Dinleme erdemine sahipti, sabırlıydı. Şimdi bizim lüzumsuzluklarımız olmadan, yorucu hayat gaileleri yokken gönlünce yapıyordur bunu diye düşünüyorum. Eğleniyordur, muzipçe de gülüyordur diye teselli buluyorum.. Aksi halde her şey biraz yarım, biraz eksik kalırdı ki buna da gönlüm el vermiyor. Çünkü daha yazacak romanlar, okunacak yazılar, alınacak dersler vardı Hocam, emeğinizle yoğurduğunuz öğrencileriniz için...


Hepsi bu kadar mı? Bir gün börekitaş tarifi vermiştiniz, ne güzeldi, sizi anarken bundan bahsetmesem olmazdı. Yemek konusunda da usta bir aşçı ve gurmeydiniz. Sizi ebedi dünyaya uğurladıktan sonra Sinagog'un bahçesinde börekitaş yemek çok garip hissettirdi. Sanki sizsiz o lezzeti tatmak ... 'Yemek boğazımdan geçmiyor!' derler ya, o hesap! Bizimle olsaydı ya yanımızda yanıbaşımızda...


Peki ya dünya müzikleri hakkındaki engin bilginiz? Bu da harika izlerinizden sadece başka biri... Bir gün Joe Dassin'den söz açılmışken seminerinizde onun Salut şarkısını ezbere bildiğinizi yazmıştınız. Türkçe sözler şöyleydi;

“Merhaba, yine ben. Hey, nasılsın? Zaman çok uzun görünüyordu. Evden uzakta seni düşündüm...”

Sahi bizden uzakta zamanın sonsuzluğunda sizi aklımızdan çıkaramazken, bizi düşünüp buraları özlüyor musunuz?


Tesellimiz şu ki birbirimize kavuşana kadar, çoktan Virginia Woolf'la, Marcel Proust'la, Franz Kafka'yla, Albert Camu'yla Abdülhak Şinasi Hisar'la, Atilla İlhan'la, Tezer Özlü'yle ve niceleriyle buluşmuşsunuzdur bile... Ayrıca, oradaki tüm dostlarınızla kucaklaşıp, şahane sohbetlere başlamış olmalısınız. Keyfinize diyecek yoktur. Ne mutlu! Kendilerine bizden de selam ve sevgi götürün isterim. Böyle şeylerden sözetmeyi, lafı da uzatmayı yaşamdan çalmak olarak görür kızardınız ama, gerçek şu ki zaman zaman çoğumuzun aranıza katılma isteğimiz varsa da “Görecek günler var daha nasılsa” diyerek bir süre daha buralarda oyalanmayı tercih ediyoruz sanırım...


Sizsiz sizi yaşamak dedikleri işte böyle bir şey Canım Mario Hocam. Şimdilik, söylemek istediklerim, size dair hissettiklerim ki yazıyla tamamlanmasına imkan olmasa da böyle şeyler işte... Bu arada, tabii söz bitmeyecek, işitebiliyorum cevabınızı bir yerlerden, kulağıma yazımı düzeltmenizi,  içeriğini ustalıkla daha iyi hale getirişinizi fısıldıyorsunuz... Gerçekten yanımda olup şu mektuba da yorum yapsaydınız ya...


Neyse. Son sözlerimi yazdıklarınız arasında bulup, sizin acılar karşısında ki anlatımınıza sığınmak en iyisi. Benim kelimelere dökemediğim duygularımı siz benden daha iyi anlatmışsınız çünkü, başka türlüsü de düşünülemezdi! Demek istediklerimi sizin ağzınızdan söylemek gerekirse:


 ...Yanaklarından birkaç gözyaşı damlası dökülüyordu. Öteki resimlerde muhtemelen içine akıttığı bir kaç damla gözyaşı... Veda zamanıydı... En nihayetinde ağladığını gösterebilmişti... Bu göz yaşlarını akıtan sevdiklerinden ve resimlerinden ayrılacağını bilmesi miydi? Belki. Ama bir de kendisinden ayrılacağını hissetmiş olma ihtimali vardı ki, bu bana hem daha anlamlı hem de daha acıklı geliyordu...” (Mario Levi Yanlış Tercihler Mahallesi)

80 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

VEDA

1 Comment

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Sevgili Bensu

Beynim de dusunup dile dokemediklerimi ne guzel satirlara serpmissin farkli yonlerini anlatan sepetteki cicekler gibi.

Like
bottom of page